İslâm Devrimi’nin başlangıcında Tahran’da epey bulunmuş, devrimin önde gelen liderlerinden sokaktaki vatandaşa kadar hemen her sınıftan insanla temas etmiş, hattâ Ayetullah Humeynî’nin Camoran’daki evine bile gidebilmiştim...
İran’da o günlerdeki en yaygın slogan “Merk ber Amerika, merk ber İsrail”; yani “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm” idi...
Sloganın ikinci kısmı kırk küsur sene sonra hayata geçti; İsrail İran’ı füzeleri ile vururken İran da İsrail’e peşpeşe roket, dolayısı ile “merk”, yani “ölüm” gönderiyor!
Tahran’daki muhabirlik senelerimde İranlı yetkililerin ve İran basınının Türkiye ile ilgili düşünceleri arasında sadece beni değil, bütün Türk arkadaşları en fazla hiddetlendireni, Türkiye’nin rejimi hakkındaki düşünceleri ile temennileri idi. Dillerinde “Türkiye sadece Amerika’nın istediğini yapar” terânesi vardı; diplomatik üslûbu bir tarafa bırakanlar da açıkça “Siz Amerikan uşağısınız” derler, hattâ bizim rejimin kâfir olduğunu ve yerini çok yakında İran’daki gibi İslâmî idarenin alacağını söylerlerdi.
Cevaben “Türkiye’nin rejiminden size ne?” dediğimizde de “Çok yakındır, görürsünüz!” derlerdi...
Gerçi bizim basın da boş durmaz, “Mollalar…” diye başlayıp İran yönetimi hakkında dünya kadar söz ederlerdi fakat şimdi tartıştığımız gibi rejimin değişmesi ihtimalini gündeme getirmek pek kimsenin aklına gelmezdi.
Ama, İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldığında bizim basını bir reform merakı alırdı. Reformu “batılı hayat tarzı” diye anlardık. Kadınların başlarını açmalarına izin verileceği, alkolün kademeli de olsa serbest bırakılacağı, devletin İslamî kurallarla idaresinden vazgeçilebileceği yahut kuralların zamanla yumuşatılarak kaldırılacağı ve nihayet İran’ın Şah zamanındaki Avrupa’yı taklit günlerine döneceği hayal edilirdi. İran’da reformun öncelikle ekonomide düzelme mânâsına geldiği, yani petrol gelirinin halka daha âdil dağıtılması, dolayısıyla ekonomik sıkıntıların bir nebze de olsa hafiflemesi demek olduğu bilinmezdi. Toplumsal reformun kadınların günlük hayatta daha fazla etkili olmaları mânâsına da geldiğinden haberdar değildik ve bütün bunların ötesinde, İranlılar’ın reform hayâlinin temelinde liderlerinin dünya ile didişmeye son vermelerinin bulunduğundan bîhaberdik.
Tahran yönetiminin ve basınının Türkiye’de rejimin değişmesi ruyalarının üzerinden uzun seneler geçti ve şimdi herşey tersine döndü. Sınırdaş olmayan iki ülkenin, yani İran ile İsrail’in savaşa tutuşmaları, daha doğrusu mahalle kavgası yapan çocukların birbirlerinin evlerini taşlamaları gibi karşılıklı roket fırlatmaya başlamaları üzerine İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu çatışmaların İran’daki rejimi değiştirebileceğini söyledi, yani kehanette bulunmaya kalkışıp saçmaladı ve söylediklerine dışarıda da, bizde de bazı safdiller inandılar!
MEĞER NE ÇOK İRANOLOĞUMUZ VARMIŞ!
Meğerse mevcudiyetlerinden şimdiye kadar haberdar olmadığımız ne çok İranoloğumuz, yani İran uzmanımız varmış, maaşallah!
Pandemi günlerindeki enfeksiyon uzmanlarımız ve deprem ânında ortaya çıkan ama milleti bunalıma sokmaktan başka işe yaramayan jeologlarımız gibi Savaş başlar başlamaz onlar da ekranlara akın ettiler! Gerçi çoğu İran’ın davranışlarını belirleyen önemli kavramlardan, meselâ inançtan da öte bir hayat biçimi olan Şii doktrininin toplum ve yönetim üzerindeki etkisinden, “İranlılık” üst kimliğinin rolünden, Tahran’ın meşhur “Çarşı”sı kepenklerini indirmeden rejimde önemli bir değişiklik olmayacağından falan bahsetmeden sanki Amerika’daki bilmemne televizyonunda imişcesine İran rejiminin geleceğini sorgulamaya başladılar. Rejim değişikliği hususunda konuklarından daha bir hevesli olan moderatörler de şimdi ikide bir “Rejim yolcu mu?” diye sorup duruyorlar.
İran rejiminin geleceği hususundaki kanaatimi kısaca söyleyeyim: Hiçbir şey olmaz, İsrail’in roketleri rejimi mejimi değiştirmez! Hani, Gezi Olayları sırasında dışarıda “Türkiye’de iktidar gitti-gidiyor” diye ortaya çıkan ama hüsranla neticelenen beklentiler vardı ya, işte onlar gibi...
Her konuda ve tabii ki İran alanında da uzman olan beyefendiler, hanımefendiler ve moderatörler! Falcılıktan vazgeçin, rejimin geleceği meselesini bir tarafa bırakın, habere ve bilgiye ağırlık verin ama önce İran haritası üzerinde biraz çalışın! Zira ülkenin güneydoğusundaki Belûcistan’ı batı tarafındaki Irak sınırında aramakla, Şiraz’ı Tebriz’in yanıbaşında zannetmekle yahut Kerman ile Kermanşah’ı aynı yer sanmakla komik oluyorsunuz!